ElectronRun

Yapıların da Bir Sinir Sistemi Olacak ! - SHM

Bildiğimiz gibi teknolojide meydana gelen her yeni gelişme herzaman doğadan ,hayvanlardan ya da canlı yapısından kopyalanarak tasarlanmıştır. Buna en büyük örneklerden biri otomasyon sistemi diğeri de bilgisayar programlarıdır. Bütün canlıların yapısında DNA vardır ve bu DNA'da canlının şeklini , işlevini ve bütün uzuvlarının nasıl olacağını belirleyen kodlar vardır ve bu kodlarda olabilecek herhangibir değişme canlının şeklinden fonksiyonlarına herşeyini değiştirebilir. Bilgisayar programları ve otomasyon sistemleri de işte bu DNA ve içinde bulunan kodlardan esinlenerek belirli inputlara karşı outputlar verilerek tasarlanmıştır. Tabiki sinir sistemi ve canlı vücudundaki reseptörler de minyatür birer otomasyon sistemidir. Çok yakın bir gelecekte, teknik yapıların da kendilerine özgü bir sinir sistemi olacağını duymak, artık çok şaşırtıcı gelmiyor. Geliştiriciler ve kullanıcılar, böyle bir sistemin güvenliği çok artıracağını, yalnızca gerek duyulduğunda sistemlere bakım yapılabileceğini, malzeme ve enerji kullanımında da çok daha etkin ve ekonomik olabileceğini umuyorlar.
“Ortalama olarak, insan derisinin bir santimetre karesi, ağrı, basınç, sıcak ya da soğuğu algılayıp kaydeden 300’ü aşkın alıcı sinir içeriyor. Bir günün 24 saati boyunca, bu çok küçük algılayıcılar, durmaksızın, durumumuz hakkında yaşamsal önem taşıyan bilgiyi alırlar ve her yana yayılan bir ağ içinden geçerek beyine aktarırlar. Bu sinir sistemi üzerine modellenmiş bir elektronik ağ, gelecekte, uçaklar ve boru hatlarından tutun da rüzgâr türbinlerinin pervanelerine kadar, tüm teknik yapıları koruyacak.” işte bu geliştirilecek sisteme “Yapı Sağlığı izleme (Structural Health Monitoring-SHM)” adı veriliyor.
Algılayıcılar, erişim düzenekleri ve sinyal işleme cihazlarının karışımından oluşan bu sistemler, erken bir aşamada, özellikle erişimi zor, önemli yerlerdeki zararları önlemek için çatlakları, paslanmaları, vb öteki kusurları bulup ortaya çıkarıyor.
Yapısal durum izlemede, geleneksel test yöntemlerinden farklı olarak, algıyacılar yapıya sıkıca tutturuluyorlar ve binayı sürekli, hatta günden güne değişen işlemler sırasında bile, izleyebiliyorlar.
Fraunhofer Enstitüsü ve farklı alanlardan sanayici ortakları, uçaklar, boru hatları ve rüzgâr tribünlerinde oluşabilecek, herhangi bir zararı bulup çıkarmak üzere, ultrason (insan kulağının duyamayacağı kadar yüksek sıklıkta titreşen ses) kullanacak bir SHM sistemi üzerinde çalışıyorlar. Kullanılan algılayıcıların çekirdeği, mekanik enerjiyi elektriksel itmelere dönüştüren ya da tersini yapan, seramik piezoelektrik (uygulandığında elektrik elde edilmesini sağlayan basınç) fiberlerden yapılmış. Bilindiği gibi, bir piezoelektrik elemanı ya bir verici ya da bir alıcı gibi kullanılabilir. Bu eleman, titreşim üretmek üzere, yapıyı uyarabilir ve yapıdaki titreşimleri kaydedebilir.
Ultrason dalgaları, yapının tipine bağlı olarak, belirli bir desende yayılırlar. Tıpkı göle atılan bir taşın göldeki dalga desenini değiştirmesi gibi, çatlaklar ya da öteki kusurlar da bu dalga desenini değiştirirler.
Almanya-Würzburg, Fraunhofer Silikat Araştırma Enstitüsü’nden Bernhard Brunner, geliştirdikleri sistemlerinin şimdiye dek tamamlayıcı denetimler için kullanıldığını söylüyor. Ancak bu yalnızca ilk adım. SHM sistemleri başarısını kanıtlarsa, araştırmacılar, denetimi kolaylaştıran ve zaman kazandıran, “durum bağımlı” bakım ve onarım sistemi üzerinde düşünmeye başlayabilecekler. Almanya-Dresden Fraunhofer Tahribatsız Muayene Enstitüsü’nden, Brunner’in proje ortağı Bernd Frankenstein, SHM sistemlerin, geleneksel test yöntemlerinin, en azından bir kısmının, yerini alacağından hiç kuşku duymadığını söylüyor. Binalara “duyumsamayı” öğretmek için çok fazla neden var. Bu sistem, hem malzeme hem de enerji gibi değerli kaynakların daha iyi kullanılmasına katkı yapacakmış gibi görünüyor. Bu katkılar, özellikle, uçağın kendi ağırlığını azaltıp taşıyacağı yükü artırmaya uğraşan havacılık sanayinde dikkate değer bulunabilir.
Bağlantı : ScienceDaily,Tübitak

Kıyamet Nasıl Kopacak?

Yeryüzündeki yaşam nasıl yok olacak? Herkesin merak ettiği, üzerinde sürekli araştırmaların yapıldığı ve her yeni gün araştırmalarla yeni yeni iddiaların ortaya atıldığı bir konu bu. Elbette bunun yanıtını bilemiyoruz, ancak; birtakım varsayımlar var. Yeni ortaya atılan bir varsayım ise: Güneş’in daha parlaklaşarak Dünya’yı kavurmasından önce Mars ya da Merkür’ün Dünya’ya çarpması...
İnsanoğlunun gökyüzü gözlemlerine başladığından bu yana, gezegenler mükemmel bir saatin parçaları gibi uyum içinde hareket ediyorlar. Ancak, gezegenlerin birbirleri üzerindeki kütle çekim kuvveti ve bu kuvvetin etkisinin yörüngelerinde değişimlere neden olabileceği varsayımı Newton’un zamanından beri biliniyor. Gezegenlerin Güneş çevresindeki hareketi sırasında, birbirleri üzerindeki etkileri uzun dönemli olarak incelemek pek de kolay bir iş değil fakat ABD’nin California Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada, önümüzdeki 5 milyar yıl içinde, %1 ila %2 olasılıkla Merkür’ün yörüngesinde ciddi bir sapma olacağı tespit edilmiş. Bu sapma sonucunda Merkür’ün Dünya ya da Mars’la çarpışma olasılığı olabileceği hesaplanmış. Böyle bir durumda tabiî ki Yeryüzündeki yaşamın yok olması da kaçınılmaz. Fransa’daki Paris Gözlemevi’nde yürütülen bir başka çalışmada yine bilgisayar üzerinde yapılan simülasyon ile Jüpiter’in Merkür üzerindeki etkisi araştırılmış. Yine benzer olasılıkla, Merkür’ün yörüngesinin, Venüs, Dünya ve Mars’ı tehlikeye atacak kadar basıklaşabildiği görülmüş. Canlandırmalar, en kötü olasılıkla bile, Güneş Sistemi’nin en azından 40 milyon yıl daha bir saat gibi çalışacağını düşünüyorlar. Sistemin bozulma olasılığı da %1-2 olduğuna göre, %98 ila %99 olasılıkla birkaç milyar yıl daha Dünya bir gezegenle çarpışmadan, Güneş’in onu kavuracağı güne kadar bize ev sahipliği yapacak.
Kaynak : Bilim Teknik

Nikel Türbinler Termik Santrallerin İmajını Yükseltebilecek mi?

Enerji üretiminde son yıllarda çokta rağbet görmeyen sistemlerden birisi olan Termik Elektrik Santrallarını , bu can çekişinden kurtarmayı hedefleyen yeni bir proje geliştiriliyor. Türkiyede bile kurulu gücün 22.000-23.000 MW olduğunu düşünürsek 2003 lerde bunun 8.000-9.000 MW'ı Termik santrallardan sağlanıyordu oysa şimdi daha maliyetsiz ve temiz elektrik üretimine geçilmeye başlandı. Termik santrallardan, özellikle de linyit yakanlardan çıkan dumanlar, hava kirliliğinin başlıca nedenlerinden sayılıyor. Üstelik bu bacalardan çıkan karbondioksit, bir sera gazı olduğu için küresel ısınma da da etkili oluyor.
Ama bazı araştırmacıların yaratıcı bir önerisi sayesinde duman ve karbondioksit atımı yarı yarıya azalabilir... Hem de çok ucuza ! ; Yapılacak şey yalnızca bu santrallardaki buhar türbinlerinin çelik kanatçıklarını atıp, yerlerine jet motorlarının içlerinde kullanılan nikel temelli kanatçıklar koymak. Elbette uygun büyüklükte…

Bu konuda çalışmalar yürüten bir ekibe başkanlık eden Cambridge Üniversitesi malzeme bilimcilerinden Colin Humphreys’e göre bu yolla aynı ölçekte enerji üretmek için, şimdiye kadar kullanılan yağ yakıt (fuel oil) ya da kömürün yarısı kadar hammadde kullanılabilecek, ayrıca duman ve gaz atımı da yarı yarıya azaltılabilecek. Araştırmacı, "bu, milyarlarca dolar tasarruf demektir" diyor.
Bir türbin, yüksek sıcaklıklarda daha randımanlı çalışır. Fakat günümüzde termik enerji santraları 550 °C’nin üzerinde çalışamıyorlar. Nedeni de, bu derecenin üzerinde çelik türbin kanatlarının erimesi. Humphreys ve arkadaşlarının araştırdıkları, santral işletme derecesinin 750 °C’ye yükseltilmesine izin verecek nikel temelli türbin kanatlarının kullanılıp kullanılamayacağı. Ortada aşılması gereken birtakım sorunlar var: Jet motorlarındaki nikel türbin kanatlarının boyları yalnızca 8 cm... Üstelik 10.000 saat kullanımdan sonra değiştirilmeleri gerekiyor. Oysa santral türbinlerindeki kanatların boyları 1 metre olmak zorunda. Ayrıca 30 yıl kullanımda kalmaları bekleniyor. Bunların da ötesinde, jet motorları ve santral türbinlerindeki kanatların kimyasal bileşimleri de farklı olmak zorunda. Jet türbinlerinin kanatları, yüzde 70 nikelden, geri kalanı da 18 farklı elementin karışımından oluşuyor. Bunların başlıcaları titanyum ve alüminyum. Santral türbin kanatçıklarının karışımınınsa biraz daha farklı olması gerekiyor. Humphrey ve ekibi, ilk karışımların bir yıl içinde denemeye hazır olacağını söylüyorlar. Ancak yeni türbinler geliştirilse bile, bunların halen varolan santrallarda kullanılmaları beklenmiyor. Çünkü bunların yalnızca türbinleri değil, kazanları ve boruları da düşük sıcaklıkta çalışmak için geliştirilmiş. Dolayısıyla dayanıklı nikel temelli türbinlerin ancak yeni kuşak santrallarda kullanılabileceği belirtiliyor. Yine de yeni türbinlerin, karbondioksit atımının azaltılmasında büyük bir rol oynayacağı uzmanlarca vurgulanıyor. Çünkü 2010 yılına kadar küresel enerji üretim kapasitesinin yüzde 60 oranında artması gerekecek.

Bağlantı : Bilim Teknik

The RITE Project ; yani Roosevelt Adası'nın Gel-Git Enerjisi Projesi

Herkes artık çok iyi biliyor ki bugünlerde birşeyler yapılmazsa , dünya üzerinde artan nüfusla birlikte artan elektrik ihtiyacını karşılayacak yeterli kaynağımız olmayacak.. Bu konuda şanslı ülkelerden biriyiz , Türkiye'de hem enerji üretimi için doğal kaynaklarımız çok hem de en iyi yapılandığımız konulardan birisi enerji üretimi... Ama bakın birçok ülke klasik yöntemlerin yanı sıra daha az kayıplarla yani neredeyse sıfır maliyetle ve hemen hemen her olanağı kullanarak elektrik üretmeyi planlıyorlar. Bu konudaki en büyük iki gelişmeyi sizinle paylaşmıştım ; Maglev Türbinleri ve Enerji adaları

Şimdi ise "Roosevelt Island Tidal Energy Project" başlığı altında açıklanan Roosevelt Adası'nın Gel-git enerji projesinden biraz bahsedeceğim. Bu proje tamamen okyanuslara, nehirlere ya da herhangibir şekilde doğal akışa yani kinetik enerjiye sahip yerlere yerleştirilecek gel-git türbinleri ile suyun kinetik gücünden yararlanılarak elektrik üretmeyi hedefliyor. Aslında klasik hidroelektrik türbinlerden çalışma prensibi bakımından hiçbir farkı yok ama bu sistem için belli bir göl seviyesini beklemeye ya da manuel frekans ayarı gibi detaylara ihtiyacınız yok..

Bu sistem New York City'de Verdant Power tarafından East River üzerine kurulmuş ve başta bulunan 6 adet türbin ile yönetilebilen 100 ila 300 adet türbinden oluşan bir proje. Bu proje ile full time çalışma hedeflenmiş ve New York'daki 8000 eve yetecek kadar enerji üretmesi planlanıyor. Ama bu projenin daha da güzel yanı ise Verdant Power , sizden bu projeye katkıda bulunmanızı istiyor; yani eğer bulunduğunuz yerde doğal akışa sahip nehirler , denizler , okyanuslar, vb. var ise ve bunların derinliği minimum 9m , avaraj akış hızı 2m/sn ve alanı ortalama 20-40.000 metre kare ise Verdant Power web adresinden gerekli formları doldurup bu projeye katılmak istediğinizi bildirebilirsiniz. Türkiye nehirler ve denizler bakımından doğal bir cennet olduğuna göre neden biz de bu fırsattan yararlanmıyalım ki??

5. Dünya Su Forumu Istanbul'da

5. Dünya su Forumu ; suyu uluslararası gündeme taşımayı amaçlayan suyla ilgili başlıca olaydır. Su sorunları üzerine küresel işbirliğine doğru atılmış bir adım olarak Dünya Su Forumu, bütün dünyadan su topluluğu ile politikacı-karar vericilerin bir araya gelmesini, birbirleri arasında bağ kurulmasını, tartışma ortamı meydana getirilmesini ve su güvenliği sağlamaya yönelik çözümler bulmaya çalışan emsalsiz bir fırsattır. Daha önce Japonya , Hollanda , Moroko ve Meksika'da yapılmış olan su forumunun 5.'si 2009'da 16-22 Mart tarihlerinde Türkiye’de İstanbul'da düzenlenecektir.

Enerji Verimliliği Kampanyası ; EN-VER

Artık Türkiye'de de enerji ile ilgili yeni gelişmelerin olduğunu duymak çok güzel ... Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının başlatmış olduğu "Enerji Verimliliği Kampanyası" yani "En-Ver" ile de son günlerdeki enerji sıkıntısına karşı birazcık da olsa duyarlı olduğumuzu görmek içimize soğuk su serpiyor.
Yazının bundan sonrası tamamen En-Ver'in resmi sitesinden alınmıştır;
Enerji Verimliliği Kampanyası ENVER, kamu, özel ve sivil toplum kuruluşlarının işbirliği ile, toplumun tüm kesimlerinde enerjiyi verimli kullanma bilincini uyandırmak ve çeşitli faaliyetlerle ülke genelinde enerji verimliliği konusunu gündemde tutmak amacıyla başlatılmış bir projedir.
Enerji Verimliliği, artan enerji ihtiyacı ve azalan enerji kaynakları düşünüldüğünde, dünyada olduğu kadar ülkemizde de üzerinde önemle durulması gereken toplumsal konuların başında gelmektedir.
Bu noktadan hareketle Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın öncülüğünde 2008 yılı Ocak ayı itibariyle başlatılan Enerji Verimliliği Kampanyası geçmiş dönemlerde gerçekleştirilen enerji verimliliği haftası etkinliklerinin 2008 dönemini de içine alacak şekilde geniş kapsamlı olarak planlanmış ve hayata geçirilmiştir.
Özellikle çocuklar ve aileleri üzerinde etki uyandırmak, farkındalık oluşturmak ve toplum kesimlerini enerji verimliliği konusunda daha bilinçli hale getirecek bilgilendirici ve eğitici anlatımlarda bulunmak ENVER kampanyasının temel unsurları olmuştur.
Enerji Verimliliği'ni en etkili biçimde anlatabilmek amacıyla ENVER adında bir çizgi karakter oluşturulması ve bilge bir diğer karakter ateşböceğiyle birlikte enerji verimliliğine ilişkin mesajları, kitle iletişim araçlarının tamamında görünür kılması ENVER kampanyasının önemli ayaklarından birini oluşturmaktadır.
2008 - 2009 ve 2010 yıllarında çok çeşitli etkinlikler, eğitim çalışmaları, tanıtım kampanyaları vb. organizasyonlarla devam ettirilecek olan Enerji Verimliliği Kampanyası ülkemizin geleceğe güvenle bakması adına da büyük önem taşımaktadır.
ENVER kampanyasına Koç Grubu Şirketlerinden ARÇELİK-AYGAZ-OPET VE TÜPRAŞ kurumsal sponsor olarak destek vermektedirler.
KAYNAK : EN-VER

Yangınla Mücadele Eden Süper Robot ; OLE !

Küresel ısınmadan bahsettiğimiz şu günlerde , bu acıyı daha derinden yaralayan orman yangınları da gündemdeki popüleritesini koruyor. Özellikle de son yıllarda yaşamaya başladığımız sıcak yaz günlerinin en büyük sonucu olarak karşımıza çıkan orman yangınları ile ilgili birileri şimdiden bişeyler yapmaya başlamış ... İşte Almanyanın "University of Madgeburg-Stendal" bilim adamlarından bazıları yeni geliştirdikleri bir robotla orman yangınları ile savaşmayı amaçlıyorlar.
"OLE" adı verilen bu robot ; rahat hareket edebilmesi , sabit dengesini koruyabilmesi ve hesaplanabilir kıvrak hareketler yapabilmesi için 6 adet ayağa , yangının merkezini ölçebilmesi için kızılötesi ve bio sensörlere , herhangi bir şekilde alevler arasında kalırsa , hemen içine girebileceği ve 1300 derece sıcaklığa dayanan ve yangına karşı izoleli seramikten yapılmış bir kabuğa ve yangına hızla yetişebilecek ve orman zemininde kolayca ilerleyebilecek ergonomik bir şekle sahip. Çok fazla yangının olduğu ülkemizde yangınlardan korunmak ya da savaşmak için neden herhangibir çaba sarfedilmiyor sorusu ise tabiki hemen akıllara geliyor.....

Casus Yarasa

Çağımızın belki de en büyük buluşlarından biri olan UAV’ler (insansız hava araçları) gün geçtikçe farklı sektörlerde kullanılmak için daha da geliştiriliyorlar. Genellikle askeri ve güvenlik sektöründe kullanılan bu araçlara bir yenisi de Michigan Üniversitesi tarafından eklendi. “Microlight” diye isimlendirilen bu küçük hatta micro yapıdaki yarasa görünümlü uçan UAV, böceklerin ve yarasaların davranışları incelenerek onların güçlü rüzgârlarda dengelerini kaybetmeden nasıl uçtukları göz önüne alınarak üretilmiş. Bu casus Yarasa, çevreden görüntü, ses, hatta koku alarak, bu verileri bir merkeze iletiyor, aynı zamanda güneş enerjisiyle şarj olduğu için hem marifetli hem de ekonomik... Henüz yalnızca deneme aşamasında olan casus yarasanın, önümüzdeki beş yıl içinde daha da geliştirilmesi ve algılayıcılarının da daha da güçlendirilmesi bekleniyor.
Michigan Üniversitesindeki araştırmacılar mikroelektronik üzerinde duruyorlar. Yarasa biçimindeki bu mikro hava aracı, minik kameralarla ve farklı yönlerden gelebilecek sesleri kaydedecek mikrofonlarla donatılacak. Ayrıca, yarasa üzerinde; radyasyon ölçümü yapacak küçük bir algılayıcı, yarasanın yolunu bulabilmesini sağlayacak minyatür bir radar ile çok hassas bir navigasyon sistemi bulunacak.Yarasanın lityum pilleriyse Güneş enerjisi ve rüzgâr yardımıyla doldurulacak. Henüz geliştirilmekte olan bu makine, günümüzdeki UAV’lerin bir sonraki nesli olarak görülüyor.
Link : Bilim Teknik

Güneş ve Temizlik !

Yaşamın vazgeçilmez ihtiyaçları arasında yemek yemek , su içmek , nefes almak...vs. den sonra TEMİZLENMEK geliyor ve özellikle de giysileri temiz tutmak ya da imkanların kısıtlı olduğu zamanlarda onları temizlemek geliyor. Avustralya'lı ve Hong Kong'lu bir grup araştırmacı sayesinde çamaşırlarımızı temizlemek artık çok kolaylaşacak ; çünkü giysiler artık kendi kendilerini temizleyecekler! Nasıl mı? Biraz güneşe çıkmak yeterli. Kumaşlara kendi kendilerini temizleme becerisi, dokundukları iplikleri titanyum dioksit nanokristalleriyle (metrenin milyarda biri ölçeğindeki kristaller) kaplayarak kazandırılacak. Bu molekül, ışığa tutulduğunda kir ve lekeleri bozunduran bir fotokatalist özelliği taşıyor. Avustralya’daki Monash Üniversitesi’nden kimyacı Walid Daoud ile Hong Kong Politeknik Üniversitesi’nden meslektaşları, kumaş ipliklerinin, titanyum dioksit nanokristallerinin üzerine yapışmalarını sağlayacak bir yöntem geliştirmişler. En iyi sonuçları güneş enerjisinin vermesine karşılık, kendi kendini temizleme yetisi, her türlü ışık kaynağında, hatta giysiler sahiplerinin üzerindeyken bile kendini gösteriyor.
Kumaşın ipliklerine yapışan titanyum dioksit nanokristalleri ayrıca, kokuya yol açan bakterilerin üremesine de engel oluyor.
Daoud, geliştirdikleri kumaşın ilk uygulamalarının askerlerde görüleceğini düşünüyor. Ama, araştırmacıya göre asıl hedef, çamaşır yıkama ve kuru temizlemede kullanılan su, deterjan ve enerjinin azaltılması. Daha şimdiden sanayi dünyasından olası ortaklarla görüşmelerini sürdüren Daoud’a göre işlem, yaş ve kuru temizleme süreçlerinde kullanılan su, deterjan ve enerjiyi azaltmaya yönelik.

Bağlantı : Bilim Teknik

IPTV

Son günlerde sıkça duymaya başladığımız ve şimdiye kadar alışmış olduğumuz televizyon izleme sitilimizi değiştirmeyi amaçlayan IPTV ile kumandanın tuşuna bastığımızda; karşımızda bir anasayfa ve bir menü , menüde de haber , belgesel , sinema , müzik , spor.....ve her seçeneğin yüzlerce alt türü bulunacak.Daha doğrusu IPTV ile ilgili izlediğimiz reklamlar bunları söylüyor.Peki ama nedir bu IPTV??

IPTV (Internet Protokolü Televizyonu), şifreli, şifresiz televizyon kanallarının ve depolanan video içeriklerinin, bir genişbant DSL (Sayısal Abone Hattı) ile kullanıcılarına ya da izleyicilerine internet protokolü üzerinden dağıtıldığı sistemin adıdır.Yani yayınlara geleneksel anlamda bir anten ve uydu bağlantısı üzeriden erişmemiz yerine, ethernet bağlantısıyla internet üzerinden erişmemiz anlamına geliyor.
Ayrıca IPTV, bilgisayar, cep telefonları ve televizyonlarımızla, internet üzerinden yayınlanan görüntü ve verilere ulaşabilmek demek oluyor.Bunların yanında aynı araçlarla sesli ve görüntülü iletişim yapabilmekte tabiki..

IPTV, hem canlı televizyon yayınını hem banttan yayını hem de her türlü veriye ulaşımı içeriyor. Bu yayınları izleyebilmek için televizyona bağlı bir set üstü alıcı cihaz, bilgisayar ya da uygun bir telefon gerekiyor.

IPTV'nin ne olduğunu anladıktan sonra hemen aklımıza nasıl izlenecek sorusu geliyor ? Televizyon ya da video yayınının internet üzerinden gecikmesiz verilebilmesi için yüksek bant genişliği gerekiyor. DSL teknolojisinde ise meydana gelen gelişmeler, bugün internet altyapısını oluşturan IP omurga üzerinden gerçek zamanlı olsun olmasın her türlü verinin iletilebilmesini mümkün hale getiriyor.Ayrıca sıkıştırma oranlarında gelişim de IPTV’nin önünün açılmasında en büyük etken... MPEG2 formatıyla sıkıştırılmış standart çözünürlüklü (SDTV) kanalları 3-3,5 Mbps’lik birbant genişliğine ihtiyaç duyarken yüksek çözünürlüklü (HDTV) yayını için 19 Mbps’lik bir bant genişliğine ihtiyaç duyulmakta. Ancak yavaş yavaş MPEG2’nin yerini almaya
başlayan MPEG-4 sıkıştırma formatıyla SDTV için 2 Mbps, HDTV içinse 12 Mbps civarında bir bant genişliği gerekiyor. 2009 yılına kadar SDTV için gerekli band genişliğinin 1Mbps’in altına düşeceği HDTV içinse 7 Mbpscivarında olacağı öngörülmekte.
Hızla gelişen DSL çözümleri sayesinde ADSL2+ ile 25 Mbps’lik bir hıza ulaşılırken VDSL ile 52 Mbps’lik download hızına ulaşılmış bulunuyor.
Gelişmekte olan 3G teknolojisi ve WiMAX sayesinde ise GSM şebekelerimiz de hızlı bağlantıya sahip olacaklar. Böylelikle bu yayınları mobil telefonumuzdan da izleyebileceğiz. Bill Gates’in “her yerden her an izle” rüyasına bir adım daha yaklaşacağız.
Servis işletmecileri tüketicinin görüntü, data ve telefon iletişimini aynı paket içinden alabildiği bu uygulamaya “Tripleplay” diyor. Bir genişbant hattından tüketiciye üçlü uygulama sunabilmek için, işletmecinin hem IPTV hem de IP telefon (VoIP) teknolojisini kullanması gerekiyor.

IPTV’nin geçmişi sadece 2,5 yıl öncesine dayanıyor. Berlin’de yapılan Geniş bant Dünya Forumu’nda açıklanan rapora göre, dünyada IPTV servislerinikullanan kişi sayısı 2007 sonu itibariyle 7,9 milyona ulaştı. IDC’ ye göre 2011 yılında bu rakamın 65 milyona ulaşacağı tahmin ediliyor. Geçmişi 2,5 yıl olan IPTV’de kullanıcı sayısındaki artış hızı çok yüksek. IPTV’de geçtiğimiz bir yıl içindeki en büyük artış yüzde 231 ile Avrupa’da yaşandı; abone sayısı
Fransa’da 2 milyon kişiye ulaştı.ABD’de iste ve izle (VOD) yayınları genellikle kablo TV şebekesinden sayısal video yayını protokolü kullanılarak veriliyor ve adına IPTV denmiyor. Ancak, İtalya'da Fastweb, İspanya’da Telefonica’nın işlettiği Imagenio var. Japonya’da Yahoo BB /Softbank, Hong Kong’da NOW Broadband TV, yeni açılan SuperSun halen IPTV alanında faaliyet gösteren önemli işletmeci kuruluşlar. Türkiye de ise IPTV kullanımı alt yapısı açısından birçok ülkeye göre dinamik durumda ve çalışmalar da zaten 2007 yılında başladı.Türk Telekom ve Tellcom firmaları sayesinde 2008 yılında Servisleri verilmeye başladı.Diğer firmalarda bu yeni gelişime ilk adımı atmaya başladılar bile : Superonline , Apple ve AirTies gibi.....
Bağlantı : Bilim Teknik

Düşünce ile kontrol nasıl çalışıyor?

Bir şeyleri sadece düşünerek kontrol edebilme fikri, uzun zamandır bilim dünyasının gündemini meşgul eden bir konuydu. Fiziksel engellilerin mekanik protezleri vücutlarının bir parçasıymış gibi kullanabilmesinden pilotların süpersonik jetleri refleks hızıyla yönlendirebilmesine kadar, düşünceyle kontrol sistemlerinin kullanım potansiyeli hayal gücümüzü zorlayıp duruyor. Peki bunları araştırma laboratuvarlarda görmeye bile yeni yeni alışırken, çok yakında oyun oynamak için düşüncelerinizi okuyan bir cihazı dükkanlardan para verip satın alabileceğiniz aklınıza gelir miydi?
Düşünceyle kontrol, temel olarak fizyolojik aktivitelerin ve belli duygusal tepkilerin beynin belli bölgelerindeki elektriksel aktivitelerde ölçülebilir farklılıklar ortaya çıkarması prensibine dayanıyor. Bunu değerlendirmek için iki şeye ihtiyacınız var:
Birincisi beyindeki elektriksel aktiviteyi sürekli denetleyebilecek bir elektroensefalografi (EEG) cihazı, ikincisi de EEG cihazından gelen bilgi-leri yorumlayabilecek bir hesap algoritması.
Bu işin nasıl olduğuna dair en güzel ve açıklayıcı örneklerden biri, MediaLab Europe araştırmacılarından Robert Burke’a ait olan Mind Balance adlı oyun projesi. Bu oyunda, sadece düş-ünceleriniz yardımıyla ip üzerinde yürüyerek karşıya geçmek isteyen bir yaratığın dengesini sağlamanız gerekiyor. Ekrandaki yaratığın her iki tarafında damalı bayrak benzeri birer grafik simge var. Yaratık bir tarafa doğru dengesini kaybetmeye başladığında, dikkatinizi hemen diğer taraftaki simgeye vererek dengeyi sağlayabiliyorsunuz.Peki bu nasıl oluyor? Sistem bunun için kafaya takılan bir başlık yardımıyla, ensenin biraz üzerinde yer alan ve beynin görme merkezine ev sahipliği yapan oksipital lob üzerindeki yüzeysel ölçümlerden faydalanıyor. Yaratığın iki yanında yer alan grafik objeler yazılım tarafından birbirinden farklı frekanslarda titreştiriliyorlar. Oyuncu dikkatini bir tarafa verdiğinde, görme merkezi üzerinde görüntüdeki titreşimin frekansıyla eş bir elektriksel hareketlilik gözleniyor. Bilgisayar üzerinde çalışan algoritma, bu hareketliliğin frekansına bakarak dikkatin ne tarafta yoğunlaştırdığını değerlendiriyor ve yazılımda buna uygun cevabı şekillendiriyor.Böylece denge sağlanmış oluyor.
Kaynak : Tübitak

IP Koruma Kodları


IP koruma sınıfları , cisimlerin belli testler sonucunda toz partiküllere ve sıvılara karşı dayanıklılığını gösterirler. IP koruma sınıfı 2 haneli bir rakamdan oluşup 1. hanedeki rakam katı cisimlere karşı koruma derecesini , 2. hanedeki rakam ise sıvılara karşı koruma derecesini gösterir. Bu dereceleri yandaki tabloda daha açık görebilirsiniz.

Elektrikte kullandığımız dağıtım panolarının koruma seviyesi ise ,kullanıldıkları ortama göre değişmekle beraber , minimum IP21 olmalıdır.

Yapay Enerji Adaları Dünya'nın Enerjisini Sağlayabilir mi?

Daha önce sizlerle , okyanus dalgalarından elektrik üretimini paylaşmıştım ama şimdi OTEC olarak adlandırılan Ocean Thermal Energy Conversion tekniği ile okyanus sularındaki sıcaklık değişimi , yeni enerji kaynaklarından birisi olacak.. Nasıl mı? İnşa edilecek olan yapay adalarla tropik bölgelerdeki rüzgar , dalga ve solar enerji potansiyeli toplanacak ve büyük kapasitede enerji üretimi sağlanacak , aynı 19.yy'da bir Fransız fizikçi tarafından ortaya atılan "Denizleri dev bir solar enerji üreticisi haline getirmek" projesi gibi...

Hepimizin bildiği gibi tropikal bölgelerdeki okyanuslarda , yüzeydeki su sıcaklığı ile kilometrelerce derinlerdeki su sıcaklığı arasında inanılmaz farklılık vardır. Yüzeyde 29 derecelerde olan su sıcaklığı , derinlere inildikçe 5 derecelere inmektedir. İşte OTEC tekniği bu sıcaklık farklılığını kullanarak ; yüzeydeki ısınmış suyun sıvı amonyağı ısıtması ve onu buharlaştırması ile aynen termik santrallerdeki teknik ile sıkıştırılmış amonyak buharının bir türbini çevirmesi ile enerji üretmektedir. Daha sonra bu türbinden geçen buhar amonyak , okyanus derinlerine gönderilerek , soğuk su yardımıyla soğutularak tekrar sıvı hale dönüştürülmektedir. Fakat üreticilerin asıl başarısı ise altıgen olarak planladıkları ; bir enterkonnekte sistem ile birbirine bağlı olacak , üzerinde rüzgar türbinleri , dalga enerjisi türbinleri ve solar paneller bulunan aynı zamanda da su sıcaklığı farkları ile elektrik üretecekleri kompleks yapıdaki enerji adaları projesi...
Eğer bu proje hayata geçerse , inşa edilecek olan her ada 250 MW enerji üretebilecek ve planlanan sayı olan 50.000 ada dünyanın gelecekteki bütün enerji sorununu çözecek görünüyor. Üreticileri asıl heyecenlandıran ise OTEC projesinin bir sonucu olan , denizledeki suyun tuzdan arındırılması ve günlük bir kişi için ortalama 2 ton fresh su üretilebilecek olması...Küresel ısınmadan ve sonuçlarından çokça etkilenmeye başladığımız bu günlerde bu tip gelişmeler biraz da olsa içimize su serpmekte....
Kaynak : ElectronRun

"UltraBattery" ile yollar daha uzun !

Artık petrole olan ihtiyacı yavaş yavaş azaltmayı planlayan üreticiler , şuanda çok gündemde ve popüler olan elektrik ya da hibrid arabaları daha da geliştirme çabasındalar. Birçok yönden avantajlar sağlayan hibrid arabaların herkesin bildiği bir sıkıntısı var, o da pillerinin uzun ömürlü olamayışı... Fakat Avustralya'da bulunan CSIRO firması tarafından geliştirilen UltraBattery, bu sıkıntıya çözüm üretmiş gözüküyor. Süper kapasitör ile kombine edilen kurşun-asid pil sayesinde yüksek güçte deşarj ve şarjın uzun ömürlü olması sağlanmış ve bu sayede şarj etmeden ya da pil değişimi yapmadan 100.000 mil (160.934,4 km) gidilebiliyor.
Tabiki diğer hibrid arabalarda da olduğu gibi UltraBattery'de , frenleme sırasında boşa harcanan enerjiyi absorbe edebilecek kapasitede. CSIRO firması geliştirdikleri UltraBattery'nin piyasada yerini bulması açısından çok umutlu olduklarını belirtirken , bu uygulamanın sadece hibrid arabalarla sınırlı kalmayacağını ; solar ve rüzgar yoluyla elektrik üretiminin depolanması ve kullanımında da bir çığır açacağını düşünüyorlar...

Nokia'nın Geridönüşümlü Telefonu : 'Remade'

Hep ilklere imza atan Nokia , yeni geliştirdiği 'Remade' modeli ile de ilk defa dünyada geridönüşüm maddelerini kullanarak telefon imal etti. Geçen hafta Barcelona'daki Mobile World Congress konferansında bir prototipi katılımcılarla paylaşılan 'Remade' , Nokia'nın gelecekteki geridönüşümlü telefon üretimine ne kadar sıcak baktışının göstergesi idi.
'Remade' in yapımında kullanılan bütün maddeler , geridönüşümle yenilenen eski araba tekerlekleri , plastik şişeler , alüminyum konserve kutuları ...vs.. Remade'in parlak görüntüsünün altında gizlenen gerçek ise hiçbirşeyin yeni olmaması. Ayrıca üretiminde kullanılan teknik ile de çok Green olan Remade , arkadan aydınlatmalı ekranı ile pil tasarrufu sağlayarak pilin ömrünün uzun olmasına da yardımcı oluyor.

İrlanda'da akkor ampul kullanımı artık yasak !

Son günlerde duyduğumuz en övgüye değer ve cesur karar haberi İrlanda'dan geldi , öyle ki; 2009 yılı itibari ile akkor ampul satışı İrlanda'da yasak olacak. Bu da İrlanda'yı alışılagelmiş aydınlatma yöntemlerine itiraz eden ilk avrupa ülkesi yapıyor.
Bu uygulama ile İrlanda'da akkor ampullerin kullanımını durdurmayı planlıyan yetkililer , bu yolla yılda 700.000 ton karbondioksit yayılımının da önüne geçeceklerini ve 185 milyon euro luk enerji tasarrufu sağlayacaklarını savunuyorlar. Uygulama Ocak ayı 2009 da yürürlüğe girecek ama o zamana kadar akkor lamba satışlarında azalma olması ve evlerde Compact Fluorescent Light (CFL) lambaların kullanılmaya başlanması bekleniyor. Tabiki Fluorecent lambaların baş ağrısı ve migren oluşumuna sebep olduğu da kanıtlanmış bir gerçek. Bu durumda hem green (ekolojik) hem de baş ağrısı yapmayan ampuller yolda demek oluyor...

Döner kapılar ve Elektrik Üretimi

New York'da Fluxxlab isimli bir firma tarafından projelendirilen bir sistem , şimdiye kadar neden hiçkimse bunu düşünemedi sorusunu akıllara getiriyor. Bu buluş ile devrim yaratacaklarına inan araştırmacılar , geliştirdikleri bir döner kapı sistemi ile insanların bu kapıdan geçerken kullandıkları enerjiyi elektrik enerjisine dönüştürmeyi planlıyorlar. Eğer gerçekten döner kapıların yapısını düşünürseniz , birçok hidroelektrik santralda ya da rüzgar jeneratörlerinde bulunan döner türbinlere çok benzer yapıda olacaklarını görürsünüz. Tabiki hemen akıllara sürekli bu kapıyı döndürecek potansiyeli nereden bulacağız sorusu geliyor. Çünkü bildiğimiz gibi jeneratörlerle enerji üretebilmek için sabit frekansı bize verecek sabit dönüş hızına sahip türbinlere ihtiyacımız var...
Bu sistem mevcut bulunan herhangibir döner kapıya uygulanabildiği gibi asıl tamamen bu özelliklerle tasarlanmış kapılara da uygulanmakta. Yani önceden enerji tasarrufu amacı ile kullanılan döner kapılar , artık daha da işe yarar hale gelecek ve enerji bile üretebilecekler.



THE MAGLEV :Süper Güçlendirilmiş Mağnetik Rüzgar Türbini !

Çağımızdaki en büyük problemin enerji ve zaman olması insanları yeni arayışlara itmiş ve son yıllarda çokca adını duyduğumuz ; "süperiletken maddelerde görülen manyetik itme kuvveti (meissner etkisi)" teknolojisinin keşfine sebep olmuştur. Bu teknoloji ile çalışan en büyük ve inanılmaz buluş kuşkusuz "maglev trenleri"'dir. Aslında bu trenlerin çalışma prensibinin temeli: mükemmel diyamanyetik olmalarıdır. 1933 yılında , Messnir ve Ochsenfeld , bir metalin süperiletken olduktan sonra , içinden manyetik akım geçişine izin vermediğini gösterdiler. Şöyle ki tren hareket ettiğinde raydaki iletkenlere verilen elektrik akımı bir itme gücü oluşturur ve tren 100km/h hızı aştığı anda , tekerlekleri içe katlanır ve hat üzerinde havlanmaya başlar, yani tren, sürtünmesiz bir ortamda hattın üzerinde adeta uçmaya başlar. Enerji tasarrufu için de ısınan mıknatıslar bir soğutma sistemi soğutulur.

İşte bu inanılmaz teknoloji ; ilk defa Beijing' deki Wind Power Asia fuarında bir rüzgar türbini üzerindeki uygulaması ile görücüye çıktı. Bu inanılmaz teknoloji ile geleneksel rüzgar tübinlerinin büyük sorunu olan ; dönmeye başlamak için mil yataklarında oluşan sürtünmeyi yenmeleri , bunun için de yüksek rüzgar hızlarına ihtiyaç duymalarının , sürtünmesiz maglev türbinleri ile çözüme kavuştuğu söyleniyor. Ayrıca şuanda dünya üzerinde bulunan en büyük rüzgar türbini ancak 5 MW enerji üretebilirken, geniş ölçülü bir maglev türbini 5 GW temiz enerji (kayıpsız) üretebilecek bu da 750.000 evin elektrik enerjisi demek.. Ayrıca üreticilerin vurguladığı çok önemli bir konuda şuanda kullanımda olan rüzgar türbinleri , sürtünmeden kaynaklanan bakımlara ve parça değişimlerine ihtiyaç duymakta oysa maglev türbini bu sürtünmeyi minimuma indirdiği için ömrü 500 yıl olarak biçilmiş..
Çin'de şuanda yapımına başlanmış olan maglev türbini dünya da enerji üretimi açısından yeni ufuklar açacağa benziyor....

Yeni Enerji Kaynağı : E.coli !

Dünya üzerinde insanların gayreti ile enerji kaynaklarımızı tüketmeye başlamışken , yeni enerji üretim şekillerinin keşfedildiğini duymak birazcık da olsun geleceğe karşı umutlarımızı güçlendiriyor. Texas A&M Üniversitesi Kimya bölümünün yaptığı yeni bir araştırmaya göre; daha önceden gıda zehirlenmeleri ile adını çokça duyduğumuz e.coli bakterisi , geleceğimizin enerji kaynağı olabilecek. Nasıl mı?
Araştırmacılar bakterinin genetik yapısını değiştirerek onun hidrojen üretebileceğini keşfettiler. Öyle ki doğal yollarla üretilenden 140 kat daha fazla.. Henüz daha ticari kullanım için çok erken olduğunu düşündükleri bu yöntemin gereksinimleri şeker ve e.coli bakterisi. Normalde zaten glikoz dönüştürme işlemini yapan bakteriyi , genetik oynamalarla bu işlemi çok aşırı miktarda yapması sağlandı ve böylece hidrojen üretimi , daha önce kullanılan pahalı yöntemlerden çok daha ucuza mal olmuş oldu. Araştırmacılara göre evlere kurulacak tanklarla bir evin elektrik ihtiyacı kolayca karşılanabilir. Henüz daha teori aşamasında olan bu sistem, enerji bakımından karanlık olan geleceğimizi birazcık da olsa aydınlatacağa benziyor...

Yürürken Cep telefonunuzu şarj edin !

Hepimiz değişen teknoloji ile yeni gereksinimlere ihtiyaç duymaya başladık ve hatta hayatımızdan artık asla çıkaramayacağımız bazı cihazlarımız var. Kölesi olduğumuz bu cihazlardan bazıları cep telefonları , iPodlar , mp3-mp4 çalarlar..vs. ve hepsinin ortak özelliği şarj edilmeleri.. Artık global ısınmadan bahsedilen son yıllarda enerji üretimi ve kullanımı üzerine hep daha green yöntemler aranmaya başlamışken yeni şarj yöntemleri de gündemdeki yerini korumakta... Son olarak solar taşınabilir paneller ile ya da ufak rüzgar jeneratörleri ile şarj edebilme yöntemlerini görmüştük ama Alex Drinkwater ın son olarak geliştirdiği "Walking cell charger " bu konuda atılan yeni bir adıma işaret ediyor. Yani artık ne rüzgara ne de güneşe ihtiyaç durmadan sadece yürüyerek ya da koşarak telefonunuzu şarj edebilirsiniz...
Çalışma prensibi de bir o kadar kolay;Diz ekleminin hareketlerinden çıkan biyoenerjiyi , elektriğe çevirerek cihazlarınızı şarj ediyor.
Bu sistemin özellikle askeri amaçla geliştirilip kullanılması hedefleniyor. Henüz daha hazırlık aşamasında olan bu sistemin üreticileri , herkese çok faydalı olacağı görüşündeler..

Windows 7

Microsoft, Windows 7 ile 1992'den beri üstünde bulunan yükten kurtulmayı hedefliyor. Aslında Vista sonrası Windows hakkındaki tartışmalar yıllar önce başlamıştı. Ancak herkesin odak noktası Vista olduğu için fazla ilgi görmüyordu. Vista'nın çıkmasıyla birlikte dikkatler bir sonraki Windows'a kaymaya başladı yani önceleri "Blackcomb" kod adını taşıyan ve daha sonra "Vienna" olarak adlandırılan ve son olarak Microsoft'un belirlediği son ismi ile Windows 7...

Microsoft'tan konu ile ilgili bir açıklama yapılmamasına rağmen medyada dolaşan bilgilerden anladığımız kadarı ile Windows 3.1'den bu yana süregelen, görev çubuğu ve Windows Explorer'dan oluşan kullanıcı arabirimi artık tarihe karışacak. Düşünülen yeni kullanım yöntemi ise Microsoft Surface: Kullanıcı dosyaları ve klasörleri sanki masanın üstünde duruyormuş gibi yönetebilecek. Dokunmatik ekran sayesinde sanal bir yığın içinden Word dokümanlarınızı veya kameradan fotoğraflarınızı ekrana yükleyebileceksiniz. Senelerden beri aşina olduğumuz fare-klavye ile kontrol tamamen ortadan kalkabilir.

Hatta Microsoft yöneticileri daha da fazlasını istiyor ve Windows'un temeli olan çekirdeği yeniden inşa etmeye çalışıyor. MinWin olarak adlandırılan yeni çekirdek 25 MB sabit disk ve 40 MB RAM'a ihtiyaç duyacak. Püf nokta ise Modülleştirme... MinWin sadece temel fonksiyonları sunuyor ve kullanım amacına göre yeni modülleri ekliyor. Sonuç olarak MinWin aynı prensiplere göre masaüstü bilgisayarlarında, PDA'larda ve akıllı telefonlarda kullanılacak. Bu ay çıkacak olan Windows Server 2008 de buna benzer bir temel üzerine geliştirildiği söyleniyor yani minimum çekirdek kurulumu mevcut. Yönetici isterse bunun üzerine mail, yazıcı ve web sunucusu ekleyebiliyor.

Sonuç olarak Windows 7 ile Microsoft büyük bir adım atmak istiyor. Bunu yeni bir çekirdeğin ve kullanıcı arabiriminin geliştirilmesinden anlayabiliriz. Bu devrimsel işletim sistemi için ne kadar sevinilse de şu unutulmamalı: Zaman uçup gidiyor. Ocak ayının ortasında ilk öncül sürüm (Milestone 1) küçük çapta bir topluluk için yayımlandı. Bazı kaynaklara göre Windows 7 2009'un ikinci yarısında çıkabilir. Fakat geliştiriciler Windows 2000, Windows Server 2003 ve Windows Vista'da fazla iyimser davranmışlardı ve yayımlanma tarihini sürekli ötelemişlerdi. Microsoft bu tarz bir olaya kesinlikle bir kez daha mahal vermemeli. En azından firma-müşterileri yayımlanma tarihine güvenebilmeli. Geriye sadece şu kalıyor: Umarız Microsoft çok fazla şey vaat etmemiştir ve 2010 sözünü tutmak için kısa vadede Windows 7'den birçok önemli özelliği çıkartmaya çalışmaz.



Kaynak : CHIP , Hürriyet

Kablosuz Elektrik İletimi ! Artık rüya değil ama güvenli mi?

Popular Science dergisinin ocak sayısında verdiği habere göre ABD'deki Massachusetts Institute of Technology (MIT) uzmanları, elektrikle çalışan cihazlara kablo kullanmadan uzun mesafelerden enerji iletmeyi sağlayacak yeni bir yöntem geliştirdi. Kablosuz elektrik sözcüklerinden yola çıkarak "WiTricity" adını verdikleri bu sistem; çok basit bir yöntemle çalışıyor;

Duvara asılan bir converter devre sayesinde(A) ; normal frekansı 60 Hz olan şebeke akımı 10 MHz e çevriliyor ve bu devre , iletimi sağlayacak mağnetik alanı oluşturacak bobini besliyor (B). Dağıtım bobini içerisinde titreşen akım , 10 MHz lik mağnetik alan indüklemeye başlıyor.


Alıcı bobini (C) , tamamen aynı boyutta ve aynı rezonansta olabilecek yapıda olan bir bobin ve mağnetik alanı algıladığı anda aynı frekansla indüklenebilmekte.Dolayısı ile mağnetik alan aracılığı ile o da indüklenmiş oluyor yani elektrik iletimi tamamlanmış oluyor.

10 MHz frekansta elde edilen akım tekrar converter devre yardımı (D) ile 60 Hz e çevriliyor ve 60 W lık lambayı yakabiliyor.

Araştırmacılar, bu yöntemle; bir enerji kaynağının oluşturduğu ve belirli bir alanı doldurabilen elektromanyetik dalgalar sayesinde, bu alan içinde bulunan tüm elektrikli cihazlara şu anda 3 metreden enerji iletilmesinin mümkün olduğunu, yeni araştırmalarla bu mesafenin daha da artırılacağına inandıklarını söyledi.

Bilim adamları, bu yeni enerji iletim sisteminin özellikle geri dönüşümü sorun olan batarya probleminin çözümü için kullanılabileceğini belirttiler. Buna karşın, elektromanyetik dalgalarla enerji iletim yönteminin bazı araştırmalara göre kansere yol açabilecek olması, sistemin yararlılığı konusunda ise endişe yarattı.

Yeni "Evbakıcınız" ; Erector Spyke !

Evde olmadığınız zamanlar evde neler oluyor merak mı ediyorsunuz? ya da çocuklarınız evde yalnız ve onları her an izlemek mi istiyorsunuz işte tam size göre bir yenilik !
Meccano firmasının 2008 yılında müşterilerine sunacağı yeni robotu SPYKEE çok işe yarara benziyor. Üzerinde bulunan bir Wi-Fi çip yardımıyla herhangibir internet bağlantısı yardımıyla uzaktan hertürlü manevrayı yaptırabileceğiniz robot , heryöne döndürebileceğiniz bir webcam'e de sahip. Ayrıca sahip olduğu VoIP phone yardımıyla ev halkına uzaktan seslenmeniz de mümkün... Artık kendi evinizin bakıcısı olabilirsiniz !

Güneşten faydalanarak yazın serinleyin !

Global ısınmadan bahsettiğimiz şu günlerde klimalara karşı açık bir tavır almış durumdayız. Solar enerji dediğimizde ; "Süper" , "çok iyi" , "ekonomik" gibi sıfatlar aklımıza gelirken , klimayla ilgili pek de iyi duygular hissetmiyoruz. Oysa Millennia firması SolCool adı ile ürettiği yeni klima sistemleriyle klimaların sahip olduğu kötü imajı değiştirmek istiyor. 24-48 Vdc gerilimle çalışan bu klimalar , ac voltajla çalışan diğerlerine göre %75 daha az enerji harcıyor. Ayrıca dc voltajda sürekli tampon şarjda bulunan bataryaları var ve bu bataryaların ömrü , klima tam kapasitede çalışırken 24 saat . Dolayısıyla evinizde bulunan bir solar panele ya da yine bir SolCool ürünü olan ev tipi rüzgar jeneratörlerinden birine bağlayacağınız klima sayesinde çok az enerji sarfiyatı ile yazın serinlemeniz mümkün. Ac-Dc konvertörü de bulunan klima , dc akım olmadığı zamanlarda ac akımı kullanarak bataryalarını şarj edebiliyor. Yani artık enerji tüketiminden hiç korkmadan klima kullanabiliriz...




Kopyalamada Sınır Tanımayan Çin'in yeni Ürünü ; miniOne !

Şimdiye kadar birçok yeni üründe Çin'in mükemmel taklit yeteneğine şahit olduk ; cep telefonları , mikroçipler , arabalar ve şimdi Apple'ın yeni ürünü olan iPhone'da ! Çin tarafından eninde sonunda kopyalanacak dünya üzerinde görünür hiçbir batı teknolojisi ürünü yok sanırım...
Popular Science dergisinin son sayısında "iClone" başlığıyla mizahi bir açıdan yaklaştığı miniOne ; iPhone’un yarı fiyatına satılacak olmasının yanında iPhone'dan daha gelişmiş özellikler barındırıyor. Örneğin bir çok popüler mobil yazılım yüklenebiliyor ve neredeyse dünyadaki tüm GSM servisleriyle çalışabiliyor ki iPhone bu özellikte eksi puanda kalıyor. Meizu firmasının ürünü olan MiniOne, ayrıca EDGE ve W-CDMA destekli olmakla beraber işletim sistemi olarak da Windows CE 6 kullanılmış. 533 MHZ Samsung işlemciye sahip olan miniOne , 128 MB DDR belleği de sahip. 16 milyon renkli TFT dokunmatik ekran, 720x480 çözünürlük ve önde 0,3 megapiksel, arkada da 3 megapiksel olmak üzere iki adet kamera da ürünün sahip olduğu diğer özellikler arasında. Bu arada iPhone'un 2 megapiksellik kameraya sahip olduğunu da hatırlatmakta yarar var...İşte , sınır tanımayan Çin'in yeni iClone'u miniOne !

Neden Yıldız-Üçgen ?


Arkadaşlarımdan bir tanesi motora yol verirken neden yıldız-üçgen bağlantının kullanıldığını sormuş. Aslında herkesin çok sık kullandığı bu bağlantı şekli artık yeni devre elemanlarının işin içine girmesi ile eski popüleritesini kaybetti. İleriki günlerde bu konuyla ilgili gelişmeleri anlatacağım ama "neden yıldız-üçgen bağlantıyı tercih ediyoruz"a cevap ; yüksek güçlü motorlarda motorların kalkış akımları çok yüksek olabilmektedir ve kalkış akımlarını düşürmek için bu yöntem kullanılır. Nasıl mı? Motor sargıları kontaktörler ile önce yıldız bağlanır ve sargılara 220 volt verilir. 15-20 sn sonra (bu motorun gücüne göre değişir) motorun sargıları üçgen bağlanır ve sargılarına 380 volt uygulanır. Dolayısı ile yıldız bağlı durumdaki motorun çektiği akım üçgen durumun yaklaşık 0,6 katıdır. Bu şekilde kalkış akımı azaltılmış olur.

Alıcı-Verici sistemleri nelerdir?


Alıcı-verici sistemlerinde genellikle kızılötesi veya radyo frekans sinyalleri kullanılır. Kızılötesi alıcı verici sistemi karmaşık görünüşünün yanında aslında çok basit bir sistemdir. Kızılötesi alıcı verici sistemi ; bugünlerde çok sıklıkla kullandığımız Işık Yayan Diot yani LED teknolojisi ile gerçekleşmektedir. LED ; basitce elektrik enerjisini elektromağnetik enerjiye yani ışığa dönüştüren yarı iletken devre elemanıdır ve yaydığı elektromağnetik dalga frekansı , spektrumun görünür ya da görünür olmayan ışık bölgesine denk düşer. Görünür bölgeye ait sarı , yeşil , kırmızı , mavi renkte LED ler olduğu gibi , kızıl ötesi (IR) veya mor ötesi (UV) ışık yayan LED'lerde mevcuttur ve bu sistemlerde bu LED ler kullanılmaktadır. Verici devresinde belli bir frekansla elektromağnetik dalga yayan bir LED vardır ve alıcı tarafında ise bu dalgayı algılayan ve algılama sonucunu 1 ya da 0 gibi lojik çıkış vererek devamında bağlı olduğu basit röle devresini yöneten bir eleman vardır.

Radyo frekansı (RF) ile haberleşme ise elektromanyetik dalgalar yoluyla gerçekleştirilir ve haberleşme yapılan frekans bandı , telekomünikasyon kurumunun belirlediği "Frekans tahsis tablosu"na göre seçilir. Telekomünikasyon kurumu tarafından yayınlanan "kısa mesafe erişimli telsiz cihazlarının kurma ve kullanma esasları" hakkındaki yönetmelikte, kurumun kabul ettiği standart ve teknik özelliklere uygun olmak kaydıyla hangi frekans bantlarında ruhsatsız ve izinsiz olarak yayın yapılabileceği belirtilmiştir. Buna göre, UHF bandının 433.05MHz ile 434.79 MHz frekansları arasında 10mW verici gücünü aşmamak koşuluyla RF haberleşme yapılabilir. Bu frekans bandında çalışan RF modüller bulunarak; lamba, garaj kapısı, robot kolu gibi düzeneklerin uzaktan kontrolünü gerçekleştirmek mümkündür. Uzaktan kontrol sistemlerinde bilgi sinyali, şifrelenerek ortama iletilir. Bu sayede, aynı frekans bandını kullanan diğer alıcı sistemlerin bu sinyalden etkilenmemesi sağlanır. Şifreleme işlemi, özel kodlayıcı-kod çözücü entegreler ile yapılabileceği gibi, mikro denetleyici kullanılarak yazılım içerisinde de yapılabilir.

Araba kullanmak artık çok kolay ; Sanal Kablo , MVS

Hergün televizyonda izlediğimiz trafik kazalarından sonra artık güvenli sürüş ile ilgili yeni teknolojiler beklemekteydik , işte beklediğimiz bu gelişmeyi bize MVS firması Virtual Cable™ ile sundu... Virtual Cable™ aslında tasarımında çok basitlikleri barındıran ama bugüne kadar akıl edilip bulunamamış bir yenilik !

Hepimizin bildiği üzere dünya üzerinde çok yaygın olarak kullanılan , yol bulma işimizi kolaylaştıran nevigatörler var ve yeni tasarlanan arabaların hemen hepsinde de bu özellik mevcut. MVS firması buna farklı bir bakış açısı getirip , ufak ekranlara sıkışıp kalmaktan sizi kurtarmış. Arabanın ön camına yerleştirdiği entegre bir sistemle adeta bir display ekranda 3D olarak size yolunuzu gösteriyor. Bu sistem GPS ile çalışan bütün nevigatörlere uyumlu ve GPS yardımıyla aldığı bilgi doğrultusunda sizi hiç yormadan ya da kafanızı karıştırmadan sadece ince kırmızı bir çizgi yardımıyla yolun nasıl devam ettiğini arabanızın ön camından size gösteriyor. Özellikle gece görüşünde size çok faydalı olacak bu sistem ne yazıkki şuanda sadece Amerika'da mevcut. İlerleyen günlerde GPS kullanımının daha da yaygınlaşacağı dünyamızda , bu yeniliklerle oto-drive (otomatik sürüş) artık hayal olmaktan çıkıyor.