ElectronRun

Nikel Türbinler Termik Santrallerin İmajını Yükseltebilecek mi?

Enerji üretiminde son yıllarda çokta rağbet görmeyen sistemlerden birisi olan Termik Elektrik Santrallarını , bu can çekişinden kurtarmayı hedefleyen yeni bir proje geliştiriliyor. Türkiyede bile kurulu gücün 22.000-23.000 MW olduğunu düşünürsek 2003 lerde bunun 8.000-9.000 MW'ı Termik santrallardan sağlanıyordu oysa şimdi daha maliyetsiz ve temiz elektrik üretimine geçilmeye başlandı. Termik santrallardan, özellikle de linyit yakanlardan çıkan dumanlar, hava kirliliğinin başlıca nedenlerinden sayılıyor. Üstelik bu bacalardan çıkan karbondioksit, bir sera gazı olduğu için küresel ısınma da da etkili oluyor.
Ama bazı araştırmacıların yaratıcı bir önerisi sayesinde duman ve karbondioksit atımı yarı yarıya azalabilir... Hem de çok ucuza ! ; Yapılacak şey yalnızca bu santrallardaki buhar türbinlerinin çelik kanatçıklarını atıp, yerlerine jet motorlarının içlerinde kullanılan nikel temelli kanatçıklar koymak. Elbette uygun büyüklükte…

Bu konuda çalışmalar yürüten bir ekibe başkanlık eden Cambridge Üniversitesi malzeme bilimcilerinden Colin Humphreys’e göre bu yolla aynı ölçekte enerji üretmek için, şimdiye kadar kullanılan yağ yakıt (fuel oil) ya da kömürün yarısı kadar hammadde kullanılabilecek, ayrıca duman ve gaz atımı da yarı yarıya azaltılabilecek. Araştırmacı, "bu, milyarlarca dolar tasarruf demektir" diyor.
Bir türbin, yüksek sıcaklıklarda daha randımanlı çalışır. Fakat günümüzde termik enerji santraları 550 °C’nin üzerinde çalışamıyorlar. Nedeni de, bu derecenin üzerinde çelik türbin kanatlarının erimesi. Humphreys ve arkadaşlarının araştırdıkları, santral işletme derecesinin 750 °C’ye yükseltilmesine izin verecek nikel temelli türbin kanatlarının kullanılıp kullanılamayacağı. Ortada aşılması gereken birtakım sorunlar var: Jet motorlarındaki nikel türbin kanatlarının boyları yalnızca 8 cm... Üstelik 10.000 saat kullanımdan sonra değiştirilmeleri gerekiyor. Oysa santral türbinlerindeki kanatların boyları 1 metre olmak zorunda. Ayrıca 30 yıl kullanımda kalmaları bekleniyor. Bunların da ötesinde, jet motorları ve santral türbinlerindeki kanatların kimyasal bileşimleri de farklı olmak zorunda. Jet türbinlerinin kanatları, yüzde 70 nikelden, geri kalanı da 18 farklı elementin karışımından oluşuyor. Bunların başlıcaları titanyum ve alüminyum. Santral türbin kanatçıklarının karışımınınsa biraz daha farklı olması gerekiyor. Humphrey ve ekibi, ilk karışımların bir yıl içinde denemeye hazır olacağını söylüyorlar. Ancak yeni türbinler geliştirilse bile, bunların halen varolan santrallarda kullanılmaları beklenmiyor. Çünkü bunların yalnızca türbinleri değil, kazanları ve boruları da düşük sıcaklıkta çalışmak için geliştirilmiş. Dolayısıyla dayanıklı nikel temelli türbinlerin ancak yeni kuşak santrallarda kullanılabileceği belirtiliyor. Yine de yeni türbinlerin, karbondioksit atımının azaltılmasında büyük bir rol oynayacağı uzmanlarca vurgulanıyor. Çünkü 2010 yılına kadar küresel enerji üretim kapasitesinin yüzde 60 oranında artması gerekecek.

Bağlantı : Bilim Teknik

The RITE Project ; yani Roosevelt Adası'nın Gel-Git Enerjisi Projesi

Herkes artık çok iyi biliyor ki bugünlerde birşeyler yapılmazsa , dünya üzerinde artan nüfusla birlikte artan elektrik ihtiyacını karşılayacak yeterli kaynağımız olmayacak.. Bu konuda şanslı ülkelerden biriyiz , Türkiye'de hem enerji üretimi için doğal kaynaklarımız çok hem de en iyi yapılandığımız konulardan birisi enerji üretimi... Ama bakın birçok ülke klasik yöntemlerin yanı sıra daha az kayıplarla yani neredeyse sıfır maliyetle ve hemen hemen her olanağı kullanarak elektrik üretmeyi planlıyorlar. Bu konudaki en büyük iki gelişmeyi sizinle paylaşmıştım ; Maglev Türbinleri ve Enerji adaları

Şimdi ise "Roosevelt Island Tidal Energy Project" başlığı altında açıklanan Roosevelt Adası'nın Gel-git enerji projesinden biraz bahsedeceğim. Bu proje tamamen okyanuslara, nehirlere ya da herhangibir şekilde doğal akışa yani kinetik enerjiye sahip yerlere yerleştirilecek gel-git türbinleri ile suyun kinetik gücünden yararlanılarak elektrik üretmeyi hedefliyor. Aslında klasik hidroelektrik türbinlerden çalışma prensibi bakımından hiçbir farkı yok ama bu sistem için belli bir göl seviyesini beklemeye ya da manuel frekans ayarı gibi detaylara ihtiyacınız yok..

Bu sistem New York City'de Verdant Power tarafından East River üzerine kurulmuş ve başta bulunan 6 adet türbin ile yönetilebilen 100 ila 300 adet türbinden oluşan bir proje. Bu proje ile full time çalışma hedeflenmiş ve New York'daki 8000 eve yetecek kadar enerji üretmesi planlanıyor. Ama bu projenin daha da güzel yanı ise Verdant Power , sizden bu projeye katkıda bulunmanızı istiyor; yani eğer bulunduğunuz yerde doğal akışa sahip nehirler , denizler , okyanuslar, vb. var ise ve bunların derinliği minimum 9m , avaraj akış hızı 2m/sn ve alanı ortalama 20-40.000 metre kare ise Verdant Power web adresinden gerekli formları doldurup bu projeye katılmak istediğinizi bildirebilirsiniz. Türkiye nehirler ve denizler bakımından doğal bir cennet olduğuna göre neden biz de bu fırsattan yararlanmıyalım ki??

5. Dünya Su Forumu Istanbul'da

5. Dünya su Forumu ; suyu uluslararası gündeme taşımayı amaçlayan suyla ilgili başlıca olaydır. Su sorunları üzerine küresel işbirliğine doğru atılmış bir adım olarak Dünya Su Forumu, bütün dünyadan su topluluğu ile politikacı-karar vericilerin bir araya gelmesini, birbirleri arasında bağ kurulmasını, tartışma ortamı meydana getirilmesini ve su güvenliği sağlamaya yönelik çözümler bulmaya çalışan emsalsiz bir fırsattır. Daha önce Japonya , Hollanda , Moroko ve Meksika'da yapılmış olan su forumunun 5.'si 2009'da 16-22 Mart tarihlerinde Türkiye’de İstanbul'da düzenlenecektir.

Enerji Verimliliği Kampanyası ; EN-VER

Artık Türkiye'de de enerji ile ilgili yeni gelişmelerin olduğunu duymak çok güzel ... Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının başlatmış olduğu "Enerji Verimliliği Kampanyası" yani "En-Ver" ile de son günlerdeki enerji sıkıntısına karşı birazcık da olsa duyarlı olduğumuzu görmek içimize soğuk su serpiyor.
Yazının bundan sonrası tamamen En-Ver'in resmi sitesinden alınmıştır;
Enerji Verimliliği Kampanyası ENVER, kamu, özel ve sivil toplum kuruluşlarının işbirliği ile, toplumun tüm kesimlerinde enerjiyi verimli kullanma bilincini uyandırmak ve çeşitli faaliyetlerle ülke genelinde enerji verimliliği konusunu gündemde tutmak amacıyla başlatılmış bir projedir.
Enerji Verimliliği, artan enerji ihtiyacı ve azalan enerji kaynakları düşünüldüğünde, dünyada olduğu kadar ülkemizde de üzerinde önemle durulması gereken toplumsal konuların başında gelmektedir.
Bu noktadan hareketle Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın öncülüğünde 2008 yılı Ocak ayı itibariyle başlatılan Enerji Verimliliği Kampanyası geçmiş dönemlerde gerçekleştirilen enerji verimliliği haftası etkinliklerinin 2008 dönemini de içine alacak şekilde geniş kapsamlı olarak planlanmış ve hayata geçirilmiştir.
Özellikle çocuklar ve aileleri üzerinde etki uyandırmak, farkındalık oluşturmak ve toplum kesimlerini enerji verimliliği konusunda daha bilinçli hale getirecek bilgilendirici ve eğitici anlatımlarda bulunmak ENVER kampanyasının temel unsurları olmuştur.
Enerji Verimliliği'ni en etkili biçimde anlatabilmek amacıyla ENVER adında bir çizgi karakter oluşturulması ve bilge bir diğer karakter ateşböceğiyle birlikte enerji verimliliğine ilişkin mesajları, kitle iletişim araçlarının tamamında görünür kılması ENVER kampanyasının önemli ayaklarından birini oluşturmaktadır.
2008 - 2009 ve 2010 yıllarında çok çeşitli etkinlikler, eğitim çalışmaları, tanıtım kampanyaları vb. organizasyonlarla devam ettirilecek olan Enerji Verimliliği Kampanyası ülkemizin geleceğe güvenle bakması adına da büyük önem taşımaktadır.
ENVER kampanyasına Koç Grubu Şirketlerinden ARÇELİK-AYGAZ-OPET VE TÜPRAŞ kurumsal sponsor olarak destek vermektedirler.
KAYNAK : EN-VER

Yangınla Mücadele Eden Süper Robot ; OLE !

Küresel ısınmadan bahsettiğimiz şu günlerde , bu acıyı daha derinden yaralayan orman yangınları da gündemdeki popüleritesini koruyor. Özellikle de son yıllarda yaşamaya başladığımız sıcak yaz günlerinin en büyük sonucu olarak karşımıza çıkan orman yangınları ile ilgili birileri şimdiden bişeyler yapmaya başlamış ... İşte Almanyanın "University of Madgeburg-Stendal" bilim adamlarından bazıları yeni geliştirdikleri bir robotla orman yangınları ile savaşmayı amaçlıyorlar.
"OLE" adı verilen bu robot ; rahat hareket edebilmesi , sabit dengesini koruyabilmesi ve hesaplanabilir kıvrak hareketler yapabilmesi için 6 adet ayağa , yangının merkezini ölçebilmesi için kızılötesi ve bio sensörlere , herhangi bir şekilde alevler arasında kalırsa , hemen içine girebileceği ve 1300 derece sıcaklığa dayanan ve yangına karşı izoleli seramikten yapılmış bir kabuğa ve yangına hızla yetişebilecek ve orman zemininde kolayca ilerleyebilecek ergonomik bir şekle sahip. Çok fazla yangının olduğu ülkemizde yangınlardan korunmak ya da savaşmak için neden herhangibir çaba sarfedilmiyor sorusu ise tabiki hemen akıllara geliyor.....

Casus Yarasa

Çağımızın belki de en büyük buluşlarından biri olan UAV’ler (insansız hava araçları) gün geçtikçe farklı sektörlerde kullanılmak için daha da geliştiriliyorlar. Genellikle askeri ve güvenlik sektöründe kullanılan bu araçlara bir yenisi de Michigan Üniversitesi tarafından eklendi. “Microlight” diye isimlendirilen bu küçük hatta micro yapıdaki yarasa görünümlü uçan UAV, böceklerin ve yarasaların davranışları incelenerek onların güçlü rüzgârlarda dengelerini kaybetmeden nasıl uçtukları göz önüne alınarak üretilmiş. Bu casus Yarasa, çevreden görüntü, ses, hatta koku alarak, bu verileri bir merkeze iletiyor, aynı zamanda güneş enerjisiyle şarj olduğu için hem marifetli hem de ekonomik... Henüz yalnızca deneme aşamasında olan casus yarasanın, önümüzdeki beş yıl içinde daha da geliştirilmesi ve algılayıcılarının da daha da güçlendirilmesi bekleniyor.
Michigan Üniversitesindeki araştırmacılar mikroelektronik üzerinde duruyorlar. Yarasa biçimindeki bu mikro hava aracı, minik kameralarla ve farklı yönlerden gelebilecek sesleri kaydedecek mikrofonlarla donatılacak. Ayrıca, yarasa üzerinde; radyasyon ölçümü yapacak küçük bir algılayıcı, yarasanın yolunu bulabilmesini sağlayacak minyatür bir radar ile çok hassas bir navigasyon sistemi bulunacak.Yarasanın lityum pilleriyse Güneş enerjisi ve rüzgâr yardımıyla doldurulacak. Henüz geliştirilmekte olan bu makine, günümüzdeki UAV’lerin bir sonraki nesli olarak görülüyor.
Link : Bilim Teknik

Güneş ve Temizlik !

Yaşamın vazgeçilmez ihtiyaçları arasında yemek yemek , su içmek , nefes almak...vs. den sonra TEMİZLENMEK geliyor ve özellikle de giysileri temiz tutmak ya da imkanların kısıtlı olduğu zamanlarda onları temizlemek geliyor. Avustralya'lı ve Hong Kong'lu bir grup araştırmacı sayesinde çamaşırlarımızı temizlemek artık çok kolaylaşacak ; çünkü giysiler artık kendi kendilerini temizleyecekler! Nasıl mı? Biraz güneşe çıkmak yeterli. Kumaşlara kendi kendilerini temizleme becerisi, dokundukları iplikleri titanyum dioksit nanokristalleriyle (metrenin milyarda biri ölçeğindeki kristaller) kaplayarak kazandırılacak. Bu molekül, ışığa tutulduğunda kir ve lekeleri bozunduran bir fotokatalist özelliği taşıyor. Avustralya’daki Monash Üniversitesi’nden kimyacı Walid Daoud ile Hong Kong Politeknik Üniversitesi’nden meslektaşları, kumaş ipliklerinin, titanyum dioksit nanokristallerinin üzerine yapışmalarını sağlayacak bir yöntem geliştirmişler. En iyi sonuçları güneş enerjisinin vermesine karşılık, kendi kendini temizleme yetisi, her türlü ışık kaynağında, hatta giysiler sahiplerinin üzerindeyken bile kendini gösteriyor.
Kumaşın ipliklerine yapışan titanyum dioksit nanokristalleri ayrıca, kokuya yol açan bakterilerin üremesine de engel oluyor.
Daoud, geliştirdikleri kumaşın ilk uygulamalarının askerlerde görüleceğini düşünüyor. Ama, araştırmacıya göre asıl hedef, çamaşır yıkama ve kuru temizlemede kullanılan su, deterjan ve enerjinin azaltılması. Daha şimdiden sanayi dünyasından olası ortaklarla görüşmelerini sürdüren Daoud’a göre işlem, yaş ve kuru temizleme süreçlerinde kullanılan su, deterjan ve enerjiyi azaltmaya yönelik.

Bağlantı : Bilim Teknik

IPTV

Son günlerde sıkça duymaya başladığımız ve şimdiye kadar alışmış olduğumuz televizyon izleme sitilimizi değiştirmeyi amaçlayan IPTV ile kumandanın tuşuna bastığımızda; karşımızda bir anasayfa ve bir menü , menüde de haber , belgesel , sinema , müzik , spor.....ve her seçeneğin yüzlerce alt türü bulunacak.Daha doğrusu IPTV ile ilgili izlediğimiz reklamlar bunları söylüyor.Peki ama nedir bu IPTV??

IPTV (Internet Protokolü Televizyonu), şifreli, şifresiz televizyon kanallarının ve depolanan video içeriklerinin, bir genişbant DSL (Sayısal Abone Hattı) ile kullanıcılarına ya da izleyicilerine internet protokolü üzerinden dağıtıldığı sistemin adıdır.Yani yayınlara geleneksel anlamda bir anten ve uydu bağlantısı üzeriden erişmemiz yerine, ethernet bağlantısıyla internet üzerinden erişmemiz anlamına geliyor.
Ayrıca IPTV, bilgisayar, cep telefonları ve televizyonlarımızla, internet üzerinden yayınlanan görüntü ve verilere ulaşabilmek demek oluyor.Bunların yanında aynı araçlarla sesli ve görüntülü iletişim yapabilmekte tabiki..

IPTV, hem canlı televizyon yayınını hem banttan yayını hem de her türlü veriye ulaşımı içeriyor. Bu yayınları izleyebilmek için televizyona bağlı bir set üstü alıcı cihaz, bilgisayar ya da uygun bir telefon gerekiyor.

IPTV'nin ne olduğunu anladıktan sonra hemen aklımıza nasıl izlenecek sorusu geliyor ? Televizyon ya da video yayınının internet üzerinden gecikmesiz verilebilmesi için yüksek bant genişliği gerekiyor. DSL teknolojisinde ise meydana gelen gelişmeler, bugün internet altyapısını oluşturan IP omurga üzerinden gerçek zamanlı olsun olmasın her türlü verinin iletilebilmesini mümkün hale getiriyor.Ayrıca sıkıştırma oranlarında gelişim de IPTV’nin önünün açılmasında en büyük etken... MPEG2 formatıyla sıkıştırılmış standart çözünürlüklü (SDTV) kanalları 3-3,5 Mbps’lik birbant genişliğine ihtiyaç duyarken yüksek çözünürlüklü (HDTV) yayını için 19 Mbps’lik bir bant genişliğine ihtiyaç duyulmakta. Ancak yavaş yavaş MPEG2’nin yerini almaya
başlayan MPEG-4 sıkıştırma formatıyla SDTV için 2 Mbps, HDTV içinse 12 Mbps civarında bir bant genişliği gerekiyor. 2009 yılına kadar SDTV için gerekli band genişliğinin 1Mbps’in altına düşeceği HDTV içinse 7 Mbpscivarında olacağı öngörülmekte.
Hızla gelişen DSL çözümleri sayesinde ADSL2+ ile 25 Mbps’lik bir hıza ulaşılırken VDSL ile 52 Mbps’lik download hızına ulaşılmış bulunuyor.
Gelişmekte olan 3G teknolojisi ve WiMAX sayesinde ise GSM şebekelerimiz de hızlı bağlantıya sahip olacaklar. Böylelikle bu yayınları mobil telefonumuzdan da izleyebileceğiz. Bill Gates’in “her yerden her an izle” rüyasına bir adım daha yaklaşacağız.
Servis işletmecileri tüketicinin görüntü, data ve telefon iletişimini aynı paket içinden alabildiği bu uygulamaya “Tripleplay” diyor. Bir genişbant hattından tüketiciye üçlü uygulama sunabilmek için, işletmecinin hem IPTV hem de IP telefon (VoIP) teknolojisini kullanması gerekiyor.

IPTV’nin geçmişi sadece 2,5 yıl öncesine dayanıyor. Berlin’de yapılan Geniş bant Dünya Forumu’nda açıklanan rapora göre, dünyada IPTV servislerinikullanan kişi sayısı 2007 sonu itibariyle 7,9 milyona ulaştı. IDC’ ye göre 2011 yılında bu rakamın 65 milyona ulaşacağı tahmin ediliyor. Geçmişi 2,5 yıl olan IPTV’de kullanıcı sayısındaki artış hızı çok yüksek. IPTV’de geçtiğimiz bir yıl içindeki en büyük artış yüzde 231 ile Avrupa’da yaşandı; abone sayısı
Fransa’da 2 milyon kişiye ulaştı.ABD’de iste ve izle (VOD) yayınları genellikle kablo TV şebekesinden sayısal video yayını protokolü kullanılarak veriliyor ve adına IPTV denmiyor. Ancak, İtalya'da Fastweb, İspanya’da Telefonica’nın işlettiği Imagenio var. Japonya’da Yahoo BB /Softbank, Hong Kong’da NOW Broadband TV, yeni açılan SuperSun halen IPTV alanında faaliyet gösteren önemli işletmeci kuruluşlar. Türkiye de ise IPTV kullanımı alt yapısı açısından birçok ülkeye göre dinamik durumda ve çalışmalar da zaten 2007 yılında başladı.Türk Telekom ve Tellcom firmaları sayesinde 2008 yılında Servisleri verilmeye başladı.Diğer firmalarda bu yeni gelişime ilk adımı atmaya başladılar bile : Superonline , Apple ve AirTies gibi.....
Bağlantı : Bilim Teknik