ElectronRun

Yapıların da Bir Sinir Sistemi Olacak ! - SHM

Bildiğimiz gibi teknolojide meydana gelen her yeni gelişme herzaman doğadan ,hayvanlardan ya da canlı yapısından kopyalanarak tasarlanmıştır. Buna en büyük örneklerden biri otomasyon sistemi diğeri de bilgisayar programlarıdır. Bütün canlıların yapısında DNA vardır ve bu DNA'da canlının şeklini , işlevini ve bütün uzuvlarının nasıl olacağını belirleyen kodlar vardır ve bu kodlarda olabilecek herhangibir değişme canlının şeklinden fonksiyonlarına herşeyini değiştirebilir. Bilgisayar programları ve otomasyon sistemleri de işte bu DNA ve içinde bulunan kodlardan esinlenerek belirli inputlara karşı outputlar verilerek tasarlanmıştır. Tabiki sinir sistemi ve canlı vücudundaki reseptörler de minyatür birer otomasyon sistemidir. Çok yakın bir gelecekte, teknik yapıların da kendilerine özgü bir sinir sistemi olacağını duymak, artık çok şaşırtıcı gelmiyor. Geliştiriciler ve kullanıcılar, böyle bir sistemin güvenliği çok artıracağını, yalnızca gerek duyulduğunda sistemlere bakım yapılabileceğini, malzeme ve enerji kullanımında da çok daha etkin ve ekonomik olabileceğini umuyorlar.
“Ortalama olarak, insan derisinin bir santimetre karesi, ağrı, basınç, sıcak ya da soğuğu algılayıp kaydeden 300’ü aşkın alıcı sinir içeriyor. Bir günün 24 saati boyunca, bu çok küçük algılayıcılar, durmaksızın, durumumuz hakkında yaşamsal önem taşıyan bilgiyi alırlar ve her yana yayılan bir ağ içinden geçerek beyine aktarırlar. Bu sinir sistemi üzerine modellenmiş bir elektronik ağ, gelecekte, uçaklar ve boru hatlarından tutun da rüzgâr türbinlerinin pervanelerine kadar, tüm teknik yapıları koruyacak.” işte bu geliştirilecek sisteme “Yapı Sağlığı izleme (Structural Health Monitoring-SHM)” adı veriliyor.
Algılayıcılar, erişim düzenekleri ve sinyal işleme cihazlarının karışımından oluşan bu sistemler, erken bir aşamada, özellikle erişimi zor, önemli yerlerdeki zararları önlemek için çatlakları, paslanmaları, vb öteki kusurları bulup ortaya çıkarıyor.
Yapısal durum izlemede, geleneksel test yöntemlerinden farklı olarak, algıyacılar yapıya sıkıca tutturuluyorlar ve binayı sürekli, hatta günden güne değişen işlemler sırasında bile, izleyebiliyorlar.
Fraunhofer Enstitüsü ve farklı alanlardan sanayici ortakları, uçaklar, boru hatları ve rüzgâr tribünlerinde oluşabilecek, herhangi bir zararı bulup çıkarmak üzere, ultrason (insan kulağının duyamayacağı kadar yüksek sıklıkta titreşen ses) kullanacak bir SHM sistemi üzerinde çalışıyorlar. Kullanılan algılayıcıların çekirdeği, mekanik enerjiyi elektriksel itmelere dönüştüren ya da tersini yapan, seramik piezoelektrik (uygulandığında elektrik elde edilmesini sağlayan basınç) fiberlerden yapılmış. Bilindiği gibi, bir piezoelektrik elemanı ya bir verici ya da bir alıcı gibi kullanılabilir. Bu eleman, titreşim üretmek üzere, yapıyı uyarabilir ve yapıdaki titreşimleri kaydedebilir.
Ultrason dalgaları, yapının tipine bağlı olarak, belirli bir desende yayılırlar. Tıpkı göle atılan bir taşın göldeki dalga desenini değiştirmesi gibi, çatlaklar ya da öteki kusurlar da bu dalga desenini değiştirirler.
Almanya-Würzburg, Fraunhofer Silikat Araştırma Enstitüsü’nden Bernhard Brunner, geliştirdikleri sistemlerinin şimdiye dek tamamlayıcı denetimler için kullanıldığını söylüyor. Ancak bu yalnızca ilk adım. SHM sistemleri başarısını kanıtlarsa, araştırmacılar, denetimi kolaylaştıran ve zaman kazandıran, “durum bağımlı” bakım ve onarım sistemi üzerinde düşünmeye başlayabilecekler. Almanya-Dresden Fraunhofer Tahribatsız Muayene Enstitüsü’nden, Brunner’in proje ortağı Bernd Frankenstein, SHM sistemlerin, geleneksel test yöntemlerinin, en azından bir kısmının, yerini alacağından hiç kuşku duymadığını söylüyor. Binalara “duyumsamayı” öğretmek için çok fazla neden var. Bu sistem, hem malzeme hem de enerji gibi değerli kaynakların daha iyi kullanılmasına katkı yapacakmış gibi görünüyor. Bu katkılar, özellikle, uçağın kendi ağırlığını azaltıp taşıyacağı yükü artırmaya uğraşan havacılık sanayinde dikkate değer bulunabilir.
Bağlantı : ScienceDaily,Tübitak

Kıyamet Nasıl Kopacak?

Yeryüzündeki yaşam nasıl yok olacak? Herkesin merak ettiği, üzerinde sürekli araştırmaların yapıldığı ve her yeni gün araştırmalarla yeni yeni iddiaların ortaya atıldığı bir konu bu. Elbette bunun yanıtını bilemiyoruz, ancak; birtakım varsayımlar var. Yeni ortaya atılan bir varsayım ise: Güneş’in daha parlaklaşarak Dünya’yı kavurmasından önce Mars ya da Merkür’ün Dünya’ya çarpması...
İnsanoğlunun gökyüzü gözlemlerine başladığından bu yana, gezegenler mükemmel bir saatin parçaları gibi uyum içinde hareket ediyorlar. Ancak, gezegenlerin birbirleri üzerindeki kütle çekim kuvveti ve bu kuvvetin etkisinin yörüngelerinde değişimlere neden olabileceği varsayımı Newton’un zamanından beri biliniyor. Gezegenlerin Güneş çevresindeki hareketi sırasında, birbirleri üzerindeki etkileri uzun dönemli olarak incelemek pek de kolay bir iş değil fakat ABD’nin California Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada, önümüzdeki 5 milyar yıl içinde, %1 ila %2 olasılıkla Merkür’ün yörüngesinde ciddi bir sapma olacağı tespit edilmiş. Bu sapma sonucunda Merkür’ün Dünya ya da Mars’la çarpışma olasılığı olabileceği hesaplanmış. Böyle bir durumda tabiî ki Yeryüzündeki yaşamın yok olması da kaçınılmaz. Fransa’daki Paris Gözlemevi’nde yürütülen bir başka çalışmada yine bilgisayar üzerinde yapılan simülasyon ile Jüpiter’in Merkür üzerindeki etkisi araştırılmış. Yine benzer olasılıkla, Merkür’ün yörüngesinin, Venüs, Dünya ve Mars’ı tehlikeye atacak kadar basıklaşabildiği görülmüş. Canlandırmalar, en kötü olasılıkla bile, Güneş Sistemi’nin en azından 40 milyon yıl daha bir saat gibi çalışacağını düşünüyorlar. Sistemin bozulma olasılığı da %1-2 olduğuna göre, %98 ila %99 olasılıkla birkaç milyar yıl daha Dünya bir gezegenle çarpışmadan, Güneş’in onu kavuracağı güne kadar bize ev sahipliği yapacak.
Kaynak : Bilim Teknik

Nikel Türbinler Termik Santrallerin İmajını Yükseltebilecek mi?

Enerji üretiminde son yıllarda çokta rağbet görmeyen sistemlerden birisi olan Termik Elektrik Santrallarını , bu can çekişinden kurtarmayı hedefleyen yeni bir proje geliştiriliyor. Türkiyede bile kurulu gücün 22.000-23.000 MW olduğunu düşünürsek 2003 lerde bunun 8.000-9.000 MW'ı Termik santrallardan sağlanıyordu oysa şimdi daha maliyetsiz ve temiz elektrik üretimine geçilmeye başlandı. Termik santrallardan, özellikle de linyit yakanlardan çıkan dumanlar, hava kirliliğinin başlıca nedenlerinden sayılıyor. Üstelik bu bacalardan çıkan karbondioksit, bir sera gazı olduğu için küresel ısınma da da etkili oluyor.
Ama bazı araştırmacıların yaratıcı bir önerisi sayesinde duman ve karbondioksit atımı yarı yarıya azalabilir... Hem de çok ucuza ! ; Yapılacak şey yalnızca bu santrallardaki buhar türbinlerinin çelik kanatçıklarını atıp, yerlerine jet motorlarının içlerinde kullanılan nikel temelli kanatçıklar koymak. Elbette uygun büyüklükte…

Bu konuda çalışmalar yürüten bir ekibe başkanlık eden Cambridge Üniversitesi malzeme bilimcilerinden Colin Humphreys’e göre bu yolla aynı ölçekte enerji üretmek için, şimdiye kadar kullanılan yağ yakıt (fuel oil) ya da kömürün yarısı kadar hammadde kullanılabilecek, ayrıca duman ve gaz atımı da yarı yarıya azaltılabilecek. Araştırmacı, "bu, milyarlarca dolar tasarruf demektir" diyor.
Bir türbin, yüksek sıcaklıklarda daha randımanlı çalışır. Fakat günümüzde termik enerji santraları 550 °C’nin üzerinde çalışamıyorlar. Nedeni de, bu derecenin üzerinde çelik türbin kanatlarının erimesi. Humphreys ve arkadaşlarının araştırdıkları, santral işletme derecesinin 750 °C’ye yükseltilmesine izin verecek nikel temelli türbin kanatlarının kullanılıp kullanılamayacağı. Ortada aşılması gereken birtakım sorunlar var: Jet motorlarındaki nikel türbin kanatlarının boyları yalnızca 8 cm... Üstelik 10.000 saat kullanımdan sonra değiştirilmeleri gerekiyor. Oysa santral türbinlerindeki kanatların boyları 1 metre olmak zorunda. Ayrıca 30 yıl kullanımda kalmaları bekleniyor. Bunların da ötesinde, jet motorları ve santral türbinlerindeki kanatların kimyasal bileşimleri de farklı olmak zorunda. Jet türbinlerinin kanatları, yüzde 70 nikelden, geri kalanı da 18 farklı elementin karışımından oluşuyor. Bunların başlıcaları titanyum ve alüminyum. Santral türbin kanatçıklarının karışımınınsa biraz daha farklı olması gerekiyor. Humphrey ve ekibi, ilk karışımların bir yıl içinde denemeye hazır olacağını söylüyorlar. Ancak yeni türbinler geliştirilse bile, bunların halen varolan santrallarda kullanılmaları beklenmiyor. Çünkü bunların yalnızca türbinleri değil, kazanları ve boruları da düşük sıcaklıkta çalışmak için geliştirilmiş. Dolayısıyla dayanıklı nikel temelli türbinlerin ancak yeni kuşak santrallarda kullanılabileceği belirtiliyor. Yine de yeni türbinlerin, karbondioksit atımının azaltılmasında büyük bir rol oynayacağı uzmanlarca vurgulanıyor. Çünkü 2010 yılına kadar küresel enerji üretim kapasitesinin yüzde 60 oranında artması gerekecek.

Bağlantı : Bilim Teknik

The RITE Project ; yani Roosevelt Adası'nın Gel-Git Enerjisi Projesi

Herkes artık çok iyi biliyor ki bugünlerde birşeyler yapılmazsa , dünya üzerinde artan nüfusla birlikte artan elektrik ihtiyacını karşılayacak yeterli kaynağımız olmayacak.. Bu konuda şanslı ülkelerden biriyiz , Türkiye'de hem enerji üretimi için doğal kaynaklarımız çok hem de en iyi yapılandığımız konulardan birisi enerji üretimi... Ama bakın birçok ülke klasik yöntemlerin yanı sıra daha az kayıplarla yani neredeyse sıfır maliyetle ve hemen hemen her olanağı kullanarak elektrik üretmeyi planlıyorlar. Bu konudaki en büyük iki gelişmeyi sizinle paylaşmıştım ; Maglev Türbinleri ve Enerji adaları

Şimdi ise "Roosevelt Island Tidal Energy Project" başlığı altında açıklanan Roosevelt Adası'nın Gel-git enerji projesinden biraz bahsedeceğim. Bu proje tamamen okyanuslara, nehirlere ya da herhangibir şekilde doğal akışa yani kinetik enerjiye sahip yerlere yerleştirilecek gel-git türbinleri ile suyun kinetik gücünden yararlanılarak elektrik üretmeyi hedefliyor. Aslında klasik hidroelektrik türbinlerden çalışma prensibi bakımından hiçbir farkı yok ama bu sistem için belli bir göl seviyesini beklemeye ya da manuel frekans ayarı gibi detaylara ihtiyacınız yok..

Bu sistem New York City'de Verdant Power tarafından East River üzerine kurulmuş ve başta bulunan 6 adet türbin ile yönetilebilen 100 ila 300 adet türbinden oluşan bir proje. Bu proje ile full time çalışma hedeflenmiş ve New York'daki 8000 eve yetecek kadar enerji üretmesi planlanıyor. Ama bu projenin daha da güzel yanı ise Verdant Power , sizden bu projeye katkıda bulunmanızı istiyor; yani eğer bulunduğunuz yerde doğal akışa sahip nehirler , denizler , okyanuslar, vb. var ise ve bunların derinliği minimum 9m , avaraj akış hızı 2m/sn ve alanı ortalama 20-40.000 metre kare ise Verdant Power web adresinden gerekli formları doldurup bu projeye katılmak istediğinizi bildirebilirsiniz. Türkiye nehirler ve denizler bakımından doğal bir cennet olduğuna göre neden biz de bu fırsattan yararlanmıyalım ki??

5. Dünya Su Forumu Istanbul'da

5. Dünya su Forumu ; suyu uluslararası gündeme taşımayı amaçlayan suyla ilgili başlıca olaydır. Su sorunları üzerine küresel işbirliğine doğru atılmış bir adım olarak Dünya Su Forumu, bütün dünyadan su topluluğu ile politikacı-karar vericilerin bir araya gelmesini, birbirleri arasında bağ kurulmasını, tartışma ortamı meydana getirilmesini ve su güvenliği sağlamaya yönelik çözümler bulmaya çalışan emsalsiz bir fırsattır. Daha önce Japonya , Hollanda , Moroko ve Meksika'da yapılmış olan su forumunun 5.'si 2009'da 16-22 Mart tarihlerinde Türkiye’de İstanbul'da düzenlenecektir.

Enerji Verimliliği Kampanyası ; EN-VER

Artık Türkiye'de de enerji ile ilgili yeni gelişmelerin olduğunu duymak çok güzel ... Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının başlatmış olduğu "Enerji Verimliliği Kampanyası" yani "En-Ver" ile de son günlerdeki enerji sıkıntısına karşı birazcık da olsa duyarlı olduğumuzu görmek içimize soğuk su serpiyor.
Yazının bundan sonrası tamamen En-Ver'in resmi sitesinden alınmıştır;
Enerji Verimliliği Kampanyası ENVER, kamu, özel ve sivil toplum kuruluşlarının işbirliği ile, toplumun tüm kesimlerinde enerjiyi verimli kullanma bilincini uyandırmak ve çeşitli faaliyetlerle ülke genelinde enerji verimliliği konusunu gündemde tutmak amacıyla başlatılmış bir projedir.
Enerji Verimliliği, artan enerji ihtiyacı ve azalan enerji kaynakları düşünüldüğünde, dünyada olduğu kadar ülkemizde de üzerinde önemle durulması gereken toplumsal konuların başında gelmektedir.
Bu noktadan hareketle Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın öncülüğünde 2008 yılı Ocak ayı itibariyle başlatılan Enerji Verimliliği Kampanyası geçmiş dönemlerde gerçekleştirilen enerji verimliliği haftası etkinliklerinin 2008 dönemini de içine alacak şekilde geniş kapsamlı olarak planlanmış ve hayata geçirilmiştir.
Özellikle çocuklar ve aileleri üzerinde etki uyandırmak, farkındalık oluşturmak ve toplum kesimlerini enerji verimliliği konusunda daha bilinçli hale getirecek bilgilendirici ve eğitici anlatımlarda bulunmak ENVER kampanyasının temel unsurları olmuştur.
Enerji Verimliliği'ni en etkili biçimde anlatabilmek amacıyla ENVER adında bir çizgi karakter oluşturulması ve bilge bir diğer karakter ateşböceğiyle birlikte enerji verimliliğine ilişkin mesajları, kitle iletişim araçlarının tamamında görünür kılması ENVER kampanyasının önemli ayaklarından birini oluşturmaktadır.
2008 - 2009 ve 2010 yıllarında çok çeşitli etkinlikler, eğitim çalışmaları, tanıtım kampanyaları vb. organizasyonlarla devam ettirilecek olan Enerji Verimliliği Kampanyası ülkemizin geleceğe güvenle bakması adına da büyük önem taşımaktadır.
ENVER kampanyasına Koç Grubu Şirketlerinden ARÇELİK-AYGAZ-OPET VE TÜPRAŞ kurumsal sponsor olarak destek vermektedirler.
KAYNAK : EN-VER

Yangınla Mücadele Eden Süper Robot ; OLE !

Küresel ısınmadan bahsettiğimiz şu günlerde , bu acıyı daha derinden yaralayan orman yangınları da gündemdeki popüleritesini koruyor. Özellikle de son yıllarda yaşamaya başladığımız sıcak yaz günlerinin en büyük sonucu olarak karşımıza çıkan orman yangınları ile ilgili birileri şimdiden bişeyler yapmaya başlamış ... İşte Almanyanın "University of Madgeburg-Stendal" bilim adamlarından bazıları yeni geliştirdikleri bir robotla orman yangınları ile savaşmayı amaçlıyorlar.
"OLE" adı verilen bu robot ; rahat hareket edebilmesi , sabit dengesini koruyabilmesi ve hesaplanabilir kıvrak hareketler yapabilmesi için 6 adet ayağa , yangının merkezini ölçebilmesi için kızılötesi ve bio sensörlere , herhangi bir şekilde alevler arasında kalırsa , hemen içine girebileceği ve 1300 derece sıcaklığa dayanan ve yangına karşı izoleli seramikten yapılmış bir kabuğa ve yangına hızla yetişebilecek ve orman zemininde kolayca ilerleyebilecek ergonomik bir şekle sahip. Çok fazla yangının olduğu ülkemizde yangınlardan korunmak ya da savaşmak için neden herhangibir çaba sarfedilmiyor sorusu ise tabiki hemen akıllara geliyor.....